Sık Sorulan Sorular
Omega-3 Yağ Asitleri
Omega-3 yağ asitleri, insan vücudunda üretilemeyen ancak göz ağ tabakası, beyin, sperm gibi fosfolipit membranlardan zengin dokuların sağlıklı yapılanması için hayati önem taşıyan çoklu doymamış yağ asitleridir.
Omega-3 yağ asitleri en çok uskumru, somon, ton, sardalya, palamut gibi yağlı balıklarda bulunmaktadır. Soğuk su balıkları daha yağlı olduğundan kuzey denizlerinde yaşayan balıklar omega-3 yağ asitlerinden zengindir. Ancak iç denizlerde yaşayan, yani ülkemizde tüketilen balıklarda omega-3 yağ asidi daha azdır. Kabuklu deniz hayvanları, yeşil yapraklı sebzeler ve onlardan elde edilen yağlar da omega-3 yağ asitlerinin diğer kaynaklarıdır.
Omega-3 yağ asidi bileşikleri olan dokosahekzoenoik asit (DHA) ve alfa linolenik asit insan sinir sistemi ve gözün retina tabakasında yüksek oranlarda bulunmaktadır. Bu maddelerin eksikliğinin çeşitli nörolojik bozukluklara ve görme fonksiyonunda azalmaya neden olduğu gösterilmiştir.
Omega-3 yağ asitleri bebeğe, anne karnındayken plasenta (eş) aracılığıyla geçmektedir. Ayrıca anne sütünde de omega-3 ve omega-6 yağ asitleri bulunmaktadır. Anneden plasenta aracılığıyla ve doğum sonrası anne sütüyle geçen çoklu doymamış yağ asitlerinin fötüsün ve doğumdan sonra bebeğin büyüme ve gelişmesinde önemli olduğu düşünülmektedir. Anne karnında ve daha sonra diyetle alınan omega-3 yağ asitlerinin ve omega-3’ün diğer bir çoklu doymamış yağ asidi olan omega-6 yağ asitlerine oranının hayatın tüm evrelerinde etkili olduğu, birçok hastalığı önlediği ya da düzelmesinde etkili olduğu düşünülmektedir. Bu hastalıklardan bazıları; koroner arter hastalıkları, otoimmun hastalıklar (Lupus, Romatoid artirit gibi), Crohn hastalığı, kolon kanseri, meme kanseri, prostat kanseri ve hafif hipertansiyondur.
Omega-3 yağ asitlerinin koroner arter hastalıklarını önlediğine dair kuvvetli kanıtlar bulunmaktadır. Diyetteki doymuş yağ ve kolesterol, koroner arter hastalığına yol açarken, balıktan alınan omega-3 yağ asitleri koroner arter hastalığına bağlı ölümleri önlemektedir. Bu bilgi ilk kez Eskimolarda, çok fazla yağlı balık tüketmelerine rağmen koroner arter hastalığının çok az görülmesiyle dikkat çekmiştir. Balık yağındaki omega-3 yağ asitleri güçlü antitrombotik etki göstererek miyokard infarktüsünü önleyebilir. Ancak balık yağı aynı zamanda kanama zamanını da uzatmaktadır. Plazma kolesterolünü düşürerek ve aterosklerozu önleyerek de miyokard infarktüsü riskini azaltırmaktadır. Omega-3 yağ asitlerinin antiaritmik etkilerinin olması, kalpte ventriküler fibrilasyona bağlı ani ölümlerin önlenmesinde önemlidir. Omega-3 yağ asitleri, serum total kolesterol, VLDL ve LDL seviyelerini düşürürken, HDL’yi düşürücü etkisi yoktur. Kardivasküler hastalıklardan korunmak için diyette doymuş yağlar azaltılırken balık ve balık yağında bulunan DHA tüketimini artırmak gereklidir.
Omega-3 yağ asitlerinin bebeklikte hayati öneminin olduğu iki evre vardır; bunlardan biri anne karnında fötüsün büyüme-gelişim evresi, ikincisi ise bebeklik döneminde beyin ve retina gelişimi tamamlanana kadar olan evredir. Sinir yapılarının fosfolipit membranlarının üretimi için en gerekli omega-3 yağ asidi, DHA’dır. Eksikliğinde görmede azalma, bilişsel fonksiyonlarda gerilik görülmektedir. Annenin hamilelikte diyetindeki omega-3 miktarı, yağ depolarının durumu, fötüsün özellikle beyin ve retina gelişimini belirlemektedir.
Omega-3 yağ asitlerinin Alzheimer hastalığı gibi hayatın ileri dönemlerinde görülen bazı hastalıklar için de koruyucu etkilerinin olabileceği düşünülmektedir. İnsanın fötal ve bebeklikteki gelişimi ve bunun ilerki yaşama etkileri için omega-3 yağ asitleri hayati önem taşımaktadır.
Çölyak Hastalığı
Çölyak hastalığı, genetik ve çevresel faktörlerin etkileşimi sonucu ortaya çıkan, immunolojik bağırsak zedelenmesi ile karakterize bir hastalıktır. Duyarlı kişilerde gluten içeren gıdaların alınmasından bir süre sonra ortaya çıkan bir malabsorpsiyon (emilim bozukluğu) sendromudur. Hastalık ile ilgili özgül bir genetik anormallik henüz belirlenmemiş olup patogenezde birden fazla genin sorumlu olması olasıdır. Genetik olarak yatkın kişilerde hayatın herhangi bir döneminde ortaya çıkabilir. Hastalığın nedeni buğday, arpa ve çavdar gibi tahılların içinde bulunan gluten isimli bir proteine karşı olan duyarlılıktır. Hastalığa yatkın kişilerde gluten içeren gıdaların diyete eklenmesinden sonra ince bağırsaklarda iltihabi ve yapısal değişiklikler oluşmaktadır. Normalde ince bağırsakların iç yüzeylerinde bulunan ve besinlerin emilmesine yardımcı olan parmak gibi uzun villus denen yapılarlar kısalır ve emici özelliklerini kaybederler. Böylece besinlerin sindirimi ve emilimi bozulur ve büyüme geriliği, emilim bozukluğuna bağlı bazı maddelerin eksikliği (kansızlık gibi) ortaya çıkar.
Genetik Faktörler: Çölyak hastalığında bazı hastalıklarda olduğu gibi taşıyıcılık olmamakla birlikte hastaların 1. derece yakınlarında hastalık sıklığı artar; risk anne-baba-kardeşler ve çocuklarda %10, tek yumurta ikizlerinde %70’tir. Hastaların %95 inde HLA-DQ 2, geri kalanlarda ise HLA-DQ8 doku grupları tespit edilmiştir
Hastalığın belirti ve bulguları nelerdir? Bazı hastalarda belirtiler hızla gelişirken bazı çocuklarda ise yavaş yavaş bir kaç yıl içinde ortaya çıkmaktadır. İlk 2 yaşta hastalığın klasik belirtileri ishal, kusma, iştahsızlık, karın şişliği, kilo kaybı, kabızlık ve büyüme geriliğidir. Çölyaklı çocukların %10-20 si daha geç çocukluk çağında tanı alırlar ve erişkin tipe benzer atipik bulgu gösterirler. Bu yaş grubunda kabızlık oranı süt çocuklarından daha fazladır. Kısa boyluluk veya karın ağrısı okul çağı çocuklarında tek bulgu olabilir. Diğer taraftan büyük çocuklarda ve erişkinlerde tedavi edilemeyen veya nedeni bulunamayan kansızlık, kemik zayıflığı gibi durumlar da çölyak hastalığının tek belirtisini oluşturabilir. Çölyaklı hastalarda diş mine bozuklukları ve ağızda tekrarlayan aftöz yaralar da saptanabilmektedir. Parmakların çomaklaşması, dilin üzerinin düzleşmesi, uzun kirpikler, dişlerin oluşumunun ve motor gelişimin geri kalması hastalıkta görülebilen diğer bulgulardır. Bazı hastalarda ise karaciğer testlerinde bozukluk olabilir. Ergenlik dönemine gelmiş bir genç kızın adet görmemesi bile çölyak hastalığının belirtisi olabilir. Çölyak hastalığının diğer otoimmün hastalıklarla (hepatit, tiroid hastalığı, şeker hastalığı, gibi) birlikteliği sıklıkla bildirilmektedir. Sonuçta nedeni anlaşılamayan bir hastalık tablosunda yukarıda bahsedilen belirtilerin bir veya birkaçı tabloya eşlik ediyorsa çölyak hastalığından şüphe edilmeli ve araştırılmalıdır.
Çölyak hastalığı günümüzde, sistemik bir hastalık olarak kabul edilmektedir. Toplumsal, ırksal farklılıklar klinik bulguların ve hastalığın görülme sıklığını önemli ölçüde etkilemektedir. Çölyak hastalığı günümüzde dünyada en sık görülen kronik (süregen) hastalıklardan biri olarak kabul edilmektedir. Klinik bulguların çok çeşitli olması toplumsal özellikler kadar bulguların başlama yaşı ve hasta bağırsak alanının genişliğinin önemli rolü ile açıklanmaktadır. Hastalığın en önemli özelliği bazı hastalarda yıllarca hiç belirti vermemesi veya çok hafif seyredebilmesidir. Bu belirtisiz veya atipik klinik bulgulu hastalar “sessiz çölyak hastalığı” olarak adlandırılır. ” Sessiz ” hastalarda klinik herhangi bir bulgu olmamamakla birlikte ince bağırsak biyopsisinde tipik değişiklikler saptanmaktadır. “ Gizli” çölyak hastalarında kan testleri pozitif olmasına rağmen biyopside mukoza normaldir. Bu grup hastaların ileride belirti verip vermeyeceği veya vereceklerse ne zanman verecekleri belirsizdir. Bu hastalar yakından izlenmelidirler. Özellikle çölyaklı hastaların birinci ve ikinci derece akrabalarında sessiz ve atipik formların görülme sıklığı yüksektir.
Hastalığın tanısı : Şüphelenilen hastaların taranması için bazı antikorlara bakılır; antigliadin antikorları, endomizyum antikorları ve doku transglutaminaz antikorları bunların başlıcalarıdır. Antikor pozitifliği saptananlar veya antikorları negatif olsa (hasta olduğu halde çok az hastada antikorlar negatif olabilir) bile klinik olarak hastalığın olduğu düşünülenlere ince bağırsak biyopsisi yapılması tanı için şarttır. İnce bağırsak biyopsisi yapmadan şüphelenilen hastalara glutensiz diyet verilerek ve hastadaki klinik düzelmeyi gözleyerek çölyak hastalığı tanısı konulmamalıdır.
Tedavi Glutensiz diyet tedavide temel tedavidir ve uyum çok önemlidir. Diyet tedavisi başlandıktan sonra hastaların çoğunun belirtileri birkaç hafta içinde düzelir; bazen iyileşme daha uzun bir süreyi alabilir. Glutensiz diyette buğday, arpa ve çavdar içeren her türlü besin maddesinin yenilmesi yasaktır. Unutulmaması gereken nokta bu besin maddelerini içeren çok küçük miktardaki besinler bile (örneğin bir küçük bir bisküvi parçası) iyileşmeyi engeller. Bu nedenle gluten içerip içermediği bilinmeyen besinlerin tüketilmesinden kaçınılmalıdır. Üzerinde “glutensiz” veya “gluten içermemektedir” yazan ürünler tercih edilmelidir. Mısır ve pirinç zararsız olup kullanılabilir. Bu hastalarda diyetin yanı sıra bazı ilaçlar önerilebilir; kansızlık saptananlara demir verilmesi, gereğinde D vitamini desteği gibi. Glutenin diyetten çıkarılması ile hastalığın belirtilerinde kısa süre içinde gerileme gözlenir. İnce bağırsaktaki histolojik bozuklukların düzelmesi ise bir kaç aydan önce olmaz. Eğer iyileşme gözlenmez ise ya diyet tam olarak yapılmamaktadır ya da hastalığın tanısı yanlıştır. Günümüzde tüm çölyaklı hastaların glutensiz diyete tam olarak uyması ve ömür boyu sürdürmesi ile iyi bir prognoz elde edilmektedir.
Uzun süre tanı konulamayan veya diyete uymayan çöliaklı hastaları bekleyen tehlikeler;
Sürekli rahatsızlıklar, boy büyümesinde duraklama, kalsiyum eksikliğinden dolayı osteoporoz (kemik erimesi), adet görememe kısırlık, depresyon ve diş minesinde çürüklerdir.
İnflamatuvar Bağırsak Hastalığı
İnflamatuvar bağırsak hastalıkları, bağırsağın kronik iltihabi bir hastalığı olup, çocukların kronik hastalıkları içinde önemli yer tutar. Ülseratif Kolit ve Crohn Hastalığı olmak üzere iki tipi vardır. Bu hastalıkların görülme sıklığı, genellikle 10 yaş sonrasında artar, küçük çocuklarda ise nadirdir.
Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı, benzer bulgularla seyreder. Sıklıkla kronik ishal, karın ağrısı ve ateşlenme gibi ortak bulgular gözlenir. Ülseratif kolitte kanlı ishal ön planda iken, Crohn hastalığında karın ağrısı ve büyüme geriliği daha sık görülür. Crohn’da göbek üstü bölgede özellikle yemekle artan tekrarlayan karın ağrıları, iştahsızlık, kilo kaybı ve büyüme geriliği tipiktir.
Bu hastalıklarda iltihabi reaksiyonlar rol oynadığı için, çoğu kez bu klinik bulgulara ateş de eşlik eder. Bazı durumlarda ağızda tekrarlayan aftlar, makat etrafındaki bölgede apse, çatlak ve yaralar da saptanabilir, bağırsakla ilgili olmayan bazı belirtiler de görülebilir, hatta bu belirtiler ilk şikayet olarak ortaya çıkabilir. Eklem şişliği ve kızarıklığı (artrit), eklem ağrıları (artralji), cilt döküntüleri, beslenme bozukluğu, büyüme geriliği ve ergenlik belirtilerinin gecikmesi gibi bulgular bağırsak dışı belirtiler arasındadır. Bağırsak dışı belirtilerin ilk bulgu olarak gözlenmesi tanıyı zorlaştırabilir. Bu nedenle açıklanamayan karın ağrısı, büyüme geriliği ile giden durumlarda inflamatuvar bağırsak hastalıkları, özellikle Crohn hastalığı mutlaka araştırılmalıdır. Bazı bağırsak infeksiyonlarında (özellikle amipli dizanteri) hastaların yakınmaları, inflamatuvar bağırsak hastalığının belirtileri ile karışabilir. Bu nedenle öncelikle kan ve dışkı incelemeleriyle infeksiyon hastalığı olup olmadığı araştırılmalıdır. İnfeksiyon hastalığı varsa tedavi sonrası tekrar değerlendirme gerekir.
Klinik bulgular, kan ve dışkı tetkikleri, gerekli görüldüğünde bağırsak filmleri ile inflamatuvar bağırsak hastalığından kuşkulanılan hastalara kesin tanı için kolonoskopi yapılır. Kolonoskopi, kolonoskop adı verilen aletle makattan girilerek bağırsağın görülerek incelenmesidir. Bu yöntem sayesinde hem hastalığa bağlı lezyonların (yaraların) görerek incelenmesi, hem de alınan biyopsi örneklerinin mikroskop altında incelenmesi mümkün olur. Biyopsilerin incelenmesi sonucunda kesin tanı konur.
Çocuklarda inflamatuvar bağırsak hastalığının tedavisi, erişkin hastalarda olduğuna benzer. Ancak, ilaçların dozu, çocuğun ağırlığına ve vücut yüzeyine göre ayarlanmalıdır. Tedavinin amacı, hastalık bulgularının kontrol altına alınması ve nükslerin (tekrarların) önlenmesidir. Özellikle çocuklarda beslenmenin düzenlenmesi, gereken vitamin ve mineral desteğinin verilmesi büyüme geriliğinin önlenmesi açısından çok önemlidir. Bu hastalıklar zaman zaman alevlenmelerle giderek çoğu kez hayat boyu devam eder ve uzun süre tedavi gerektirir. Bu yüzden, inflmatuvar bağırsak hastalığı olan çocuklar, çocuk gastroenterologu olan bir merkezd tarafından izlenmelidir.
Besin Alerjisi ve İntoleransları
Tanım : Besinlere bağlı olarak ortaya çıkan ve kişiyi rahatsız eden bulguların tümü besin alerjisi veya besin intoleransı olarak tanımlanır. Besin intoleransı çocuklarda sık görülür (%8). Besin alerjilerinde özellikle üç sisteme ait bulgular ortaya çıkabilir;
Mide bağırsak sistemine ait bulgular (%50-80) Deri bulguları (%20-40) Solunum sistemine ait bulgular (%10-25) Besinlere karşı gelişen bazı reaksiyonlar kişinin yaşamını tehdit edebilir (anafilaksi, anjioödem gibi).
Gıda allerjenleri : İnsanlarda birçok gıda ve gıda bileşeni allerjen gibi etki eder. Günlük tüketilen besin maddeleri içinde bebeğin karşılaştığı ilk yabancı protein inek sütüdür. Daha sonra yumurta proteinleri eklenir. Buğday, yer fıstığı, kereviz ve soya benzeri farklı gıdalara duyarlılık gelişebilir. Yerfıstığı alerjisi daha çok Avrupa ülkelerinde görülmektedir. Özellikle inek sütü protein alerjisi olan ve soya bazlı mama verilen çocuklarda soya proteinine intolerans gelişebilir. Anne sütü alan bebeklerde anne sütünden geçen çok az miktardaki yabancı proteinler besin allerjisine yol açabilir. Hazır gıdalara eklenen katkı maddeleri de bazen çocuklarda allerjilere neden olabilir.
Besin alerjisinin oluşması için bazı ailevi yatkınlıklar söz konusu olabilir. Ailede atopik hastalık veya bağışıklık sistemi hastalığı olması besin alerji olasılığını artırır. Özellikle IgA eksikliği , g astroenterit ve malnütrisyon bağırsak mukoza engelini olumsuz yönde etkiler ve alerjenlerin dolaşıma katılması daha kolay olur.
Tablo 1. Besinlerin içerdiği antijenler.
İnek sütü proteinleri
Kazeinler
Whey proteinleri: ß-laktoglobülin, ?-laktalbümin, inek serum albümini, vb.
Yumurta Proteinleri
Ovalbümin, ovomucoid
Soya proteinleri
2S-globülin, soya tripsin inhibitör, soya lektini
Diğer
Balık, kabuklu deniz ürünleri, karides
Yer fıstığı, fasülye, bezelye ve diğer baklagiller
Fındık, fıstık, çekirdek (tohum), kakao, çikulata
Turunçgiller, elma, çilek
Buğday ve diğer hububat
Baharat, maya
Klinik bulgular : Besin alerjilerindeki klinik bulgular çok değişkendir. Bulgular besin antijeninin özelliğine, genetik yatkınlığa ve hastanın yaşına bağlı olarak değişebilir. Besin alerji belirtilerinin ortaya çıkmasında farklı mekanizmalar (erken veya gecikmiş tip alerjik reaksiyonlar) rol oynar. Bu nedenle alerjene göre bulgular değişebileceği gibi aynı antijen farklı kişilerde farklı bulgular ortaya çıkarabilir. Besin alerjisilerinde görülen bulgular Tablo 2’de gösterilmiştir.
Tablo 2. Besin alerji bulguları.
SİSTEMİK BULGU:
Anafilaksi ve şok
MİDE-BAĞIRSAK SİSTEMİ:
Ağız ve dilde kızarıklık ve yanma
Bulantı, kusma
İshal, bağırsak emilim bozukluğu, büyüme geriliği
Bağırsaktan kan ve protein kaybı
Karın ağrısı, şişkinlik
Kabızlık
DERİ BULGULARI:
Dudaklarda şişme, anjioödem
Kaşıntı, döküntü
Egzema
SOLUNUM SİSTEMİ:
Hapşırma, burun akıntısı
Hışıltı, öksürük
Nefes darlığı, sık soluma
DİĞER BULGULAR:
Eklem şişliği, ağrı
Baş ağrısı, uyku hali
Aşırı huzursuzluk
Protein kaybı
Anafilaksi ve şok : Besin alerjisinde anafilaksi ve şok gibi şiddetli sistemik bulgular görülebilir. Ürtiker şeklinde döküntü, dudaklarda şişme, anjioödem, solunum sıkıntısı gibi bulgular ortaya çıkabilir.
Mide-bağırsak sistemine ait bulgular: Enteropati, Kolit ve Kolik
Mide, ince bağırsak ve kalın bağırsağa ait en sık görülen bulgular şunlardır;
1. Allerjik Enteropati: Kusma, ishal, malabsorbsiyon (bağırsakta emilim bozukluğu) ve büyüme geriliği en önemli bulgulardır. Bağırsaktan kan ve protein kaybı nedeniyle kansızlık ve ödem (şişlik) görülebilir. Bağırsak mukozasında harabiyet gelişebilir. Sorumlu besin diyetten çıkarılınca bulgular düzelir. Besin allerji enteropatisi genellikle sütçocuğu döneminde görülür ve 2-3 yaşından sonra kaybolur. Bu yönden geçici özellik gösteren allerjik reaksiyona bir örnek oluşturur.
2. Alerjik kolit: İki yaşından önce atopi öyküsü olan çocuklarda görülür. İltehabi bağırsak hastalığına benzer şekilde kanlı ishal veya dışkıda kan görülür. Bağırsakların endoskopik incelemesinde bağırsak mukozasında ülserler görülür. Endoskopik inceleme ve biyopsi teşhis için önemlidir. Bu hastalığa en sık neden olan antijenler inek sütü proteini ile soya proteinidir.
3. Diğer mide-bağırsak sistemi bulguları: Tekrarlayan ağız yaraları (aftlar), bağırsak tıkanması bulguları, kabızlık, bağırsaktan gizli kanama ve kansızlık, aşırı gaz gibi birçok bulgu görülebilir.
Deri bulguları : Besin alımından hemen sonra dudakta şişme, anjioödem ve ürtiker (kurdeşen) şeklinde kendini gösterir. Dudakta şişme, ağız mukozasında kızarıklık ve ağızda yaralar varsa “oral alerji sendromu” olarak adlandırılır. Çocuklardaki alerjik deri bulguları ani ortaya çıkan ürtiker tarzında kendini gösterirken erişkinlerde kaşıntı ile birlikte uzun süre kaybolup tekrar çıkan kronik ürtiker şeklinde görülür.
Solunum sistemi bulguları : Besin alerjilerinde solunum sistemi ile ilgili en sık görülen bulgular hapşırma, burun kaşıntısı ile birlikte burun tıkanıklığı ve burun akıntısıdır. Besin alımından sonra dakikalar içinde bulgular ortaya çıkar. En sık alerjenler inek sütü, tavuk yumurtası ve balıktır. Besin alerjisinin bir sonucu olarak kronik sinüzit ve seröz otit gelişebilir. Besin alerjilerinde öksürük, hışıltı ve astıma benzer nefes darlığı bulguları da görülebilir.
Diğer bulgular : Eklem ağrısı, baş ağrısı ve yorgunluk görülebilir. Yumurta, kahve, buğday, süt ve peynir yenmesiyle migren tipi baş ağrıları ortaya çıkabilir. Bu durumlarda sorumlu besin içeriğinin “tyramine” olduğu düşünülmektedir.
Tanı ve tedavi : Besin alerji bulgularına sahip çocukların Çocuk Gastroenteroloji ve Çocuk Alerji Bölümleri olan merkezlerde değerlendirilmeleri ve tedavi altına alınıp izlenmeleri uygun bir yaklaşımdır.
Sonuç olarak besin alerjilerinde yakınmalar hastadan hastaya farklılık gösterebilir. Sorumlu besinin alınmasının ardından bulguların ortaya çıkması arasında dakikalar ya da günler olabilir. Alerji bulguları mide-bağırsak, deri ve daha az sıklıkla solunum sistemi ile ilgilidir. Bebeklik döneminde görülen besin alerjileri yaş ilerledikçe düzelebilir. Alerjen besinin diyetten çıkarılmasının ardından 1-4 yıl içinde söz konusu besine karşı alerji kaybolur. Süt, yumurta, buğday, et, birçok meyve suları ve sebzelere karşı oluşan alerji zamanla düzelir. Üç yıl içinde alerjik bulguların %80’i normale döner. Yerfıstığı, fındık, çekirdek türleri ve balık alerjileri bazen ömür boyu devam edebilir.
Kabızlık (Konstipasyon, Peklik) ve Tedavisi
Tanım : Kabızlık, en basit olarak dışkılamada zorluk, ağrı ya da gecikme olarak tanımlanabilir. Dışkılama sıklığına göre tanımlandığında haftada 3’ten az dışkılama olarak kabul edilir. Çocuklarda kabızlık ile birlikte dışkı kaçırma da varsa enkoprezis’ten bahsedilir ve 4 yaşından daha büyük çocuklarda istemsiz olarak dışkı kaçırılması olarak tanımlanır. Yüzde %95’inde neden kabızlıktır.
Yaş ve cinsiyet : Her yaşta görülür. Okul öncesi çocukların yaklaşık %3’ü, okul çağındaki çocukların ise %1-2’si kabızlıktan yakınır. Çocuk gastroenteroloji merkezlerine başvuran çocukların önemli bir kısmını oluştururlar. Küçük yaşlarda cinsiyet farkı olmamakla birlikte ergenlik dönemine doğru kızlarda daha sık görülür.
Risk faktörleri : Bebeklik döneminde en önemli etmen emzirmemektir. Çocuklarda kabızlığın oluş mekanizması ve nedenleri kısaca gözden geçirildiğinde; yüzde 95’inden fazlasında bir neden bulunmaz ve bunlar fonksiyonel (yapısal, bünyesel) kabızlık olarak adlandırılır. Kalanlarda ise anal (makat) stenozu (darlık), anüsün (makat) önde yerleşmesi, tümörler, tiroid bezinin yetersiz çalışması, kalsiyum düşüklüğü ve fazlalığı, çölyak hastalığı, omurilik hastalıkları, Hirschsprung hastalığı (kalın bağırsak sinir sisteminin doğuştan gelişmemesi), bağ dokusu hastalıkları gelir. Bazı ilaçlar da kabızlığa neden olabilir; morfin ve benzerleri, fenobarbital, sukralfat, antasitler (mide asitini gideren ilaçlar), hipertansiyon ilaçları, antikolinerjikler, depresyon ilaçları ve sempatomimetikler başlıcalarıdır. Ayrıca kurşun, vitamin D zehirlenmesi, botulizm de kabızlığa neden olabilir.
Belirtiler : Bu çocukların 2/3’ünden fazlasında dışkılama sırasında ağrı olur, bir kısmında da anal fissür (çatlak) vardır. Ağrı nedeniyle çocuğun dışkılamak istememesi dışkının kalın bağırsak çıkışında birikmesine yol açar. Bu ise dışkılamanın giderek daha ağrılı olmasına neden olur. Dışkılamayı engellemek için çocuklar anormal davranışlarda bulunabilir; dışkısını tutabilmek için kaba kaslarını kasar, kızarır, bir köşeye çekilerek çömelir ya da bacaklarını birleştirir; ağrı nedeniyle ağlayabilir; bağırma, kızarma, bacaklarını germe ve toplama hareketleri gözlenebilir. Tuvalet eğitimi başladığında çocuk tuvalet eğitimini reddebilir. Bu çocuklar idrarlarını tuvalete yaparlar fakat tuvalete dışkılamayı kabul etmezler. Bezleri bağlandığında dışkılarını ayakta bezlerine yaparlar. Tuvalet eğitimini tamamlamadan önce dışkılarken saklanma eğiliminde olan çocuklar tuvalet eğitimini reddetmeye, kabız olmaya ve dışkılarını tutmaya daha çok eğilimlidirler.
Tanı : Öykü ile kabızlık tanısı, başlatan nedenler ve ağırlığı hakkında bilgi edinilir. Diyet değişikliği, çevre değişikliği, ateşli hastalık, susuz kalma, yatağa bağımlılık, herhangi bir nedene bağlı olarak dışkılamada ağrı, kardeş doğumu, ana-babanın boşanması, dede-nine ölümü, ev taşıma, okula başlama, okul tuvaletlerinin yeterli düzeyde olmaması (temizlik, tuvalet sayısı, bazı yerlerde erkek-kız ayrımının olmaması gibi) başlatan neden olabilir. Sadece emen bir çocukta inek sütü temelli besinlerin başlamasından sonra kabızlık olduğunda kabızlığı inek sütüne bağlı olabileceği düşünülmelidir. Çocuğun yaşına bağlı olarak, oyuncaklarıyla oynama, bilgisayarda oyun oynama gibi çok hoşuna giden aktivitelerde bulunduğunda veya kendi tuvaletini kullanamadığı durumlarda çocuk dışkılama gereksinimini ertelemek isteyebilir.
Doğumdan sonraki ilk 48 saatte dışkılama olmaması Hirschsprung hastalığı açısından araştırılmayı gerektirir. Kabızlığın ne zaman başladığı, başlangıcının ani olup-olmadığı, kullanılan ilaçlar (özellikle idrar kaçırma için), iç çamaşırının kirlenmesi, makattan kanama, bulantı, kusma, karın ağrısı, karın şişkinliği, anal bölgede ağrı (özellikle dışkılama sırasında), iştahsızlık, yetersiz kilo alımı ve davranış değişiklikleri sorgulanmalıdır.
Kalın bağırsakta birikmiş olan dışkı muayenede ele gelebilir. Anal bölgenin muayenesinde fissür, deri hastalığı, anüsün anormal yerleşimi saptanabilir. Rektal muayene (makattan parmakla muayene) çıkışta dışkı olup olmadığını ve sfinkterin durumu hakkında bilgi verir.
Öykü ve fizik muayene ile fonksiyonel kabızlık dışında bir neden (organik hastalık) düşünülürse, düşünülen hastalığın tanısına yönelik testler yapılır. Bunun dışında ayrıntılı incelem yapmaya gerek yoktur.
Tedavi : Tedaviye ne kadar erken başlanırsa prognoz o kadar iyi olmaktadır. Tedavinin temeli “kalın bağırsağı boşalt ve boş tut”tur.
1- Kalın bağırsağın boşaltılması: Sıvı parafin, emilmeyen şekerler (laktuloz, laktitol), polietilen glikol, bisakodil, gerekirse lavman kullanılabilir. Bazı durumlarda genel anestezi altında elle boşaltma yapılabilir.
2- İdame tedavisi : Amaç, günde en az bir-iki kez normal kıvamda-ağrısız dışkılamayı sağlamaktır. Çocuk her öğünden sonra 5 dakika tuvalette oturtulmalıdır. Bir günlük tutulması ve günlük dışkı sayısının ve oluyorsa altına kaçırmaların işaretlenmesi çocuğu teşvik edici olduğu kadar tedaviye yanıtın izlenmesi açısından da yararlıdır. Tedavi amacıyla verilebilecek ilaçların başında da laktuloz, laktitol, sıvı parafin (akciğerlere kaçma riski nedeniyle bir yaş altı çocuklarda ve yutma sorunu olanlarda kullanılmamalıdır) ve polietilen glikol gelir. Etkili olmadıklarında “senna” içeren ilaçlar eklenir. Özellikle devamlı dışkısını tutma hareketleri yapan ve yeterli boşaltmayı sağlayamayan çocuklarda tercih edilir. Bisakodil de aynı amaçla kullanılabilir. Diyet düzenlemesi ile posalı yiyeceklerin tüketilmesi artırılmalıdır. Günlük alınması önerilen lif “fiber” miktarı: “çocuğun yaşı (yıl) + 5″ gram (erişkinlerde 20-35 gm/gün) olarak hesaplanabilir.
İlaç tedavisinin yanında tuvalet eğitimi, psikolojik tedavi ve bazı olgularda “biofeedback” tedavisi (çocuğa normal dışkılama şeklinin bazı aletler yardımıyla öğretilmesi) uygulanabilir. Fissürü olan çocuklarda ılık oturma banyosu ve makata sürülecek ağrı azaltıcı madde içeren pomadlar yardımcı olarak kullanılabilir.
3- Cerrahi tedavi: Hastaların %5’den azında cerrahi tedavi gerekebilir. Tam/kısmi kolektomi (kalın bağırsağın çıkarılması) oldukça başarılıdır.
Prognoz: Tedaviye tam uymayanlarda ya da tedavinin erken kesilmesi durumunda tekrarlama oranı yüksektir (azı çalışmalarda %50-60). Altı aylık tedaviye yanıt vermeyenlerde biofeedback ve psikoterapi dahil daha yoğun bir tedavi programı uygulanmalıdır. Tıbbi tedaviyle birlikte psikolojik destek ve davranışların değiştirilmesi çalışmasıyla başarı şansı %90’lara çıkmaktadır. Yine de çocukların yarısına yakınında tekrarlayabilir ve bu durumda kısa süreli tıbbi tedavi vermelidir.
Aile ve çocuğun programa uyumu başarıyı doğrudan etkiler. Rektumun tam boşaltılması sağlandıktan sonra tuvalet eğitimi, dışkı yumuşatıcılar kullanılarak günlük boşalma sağlanmalı ve birikme engellenmelidir. Bu dönem en azından 6 ayı alır. Bu dönemden sonra ilaçların gözetim altında kesilmesi önemlidir. Yeterli boşalmanın olmadığı düşünüldüğünde tekrar ilaç başlanmalıdır.